İdris Şah’ın Tasavvuf hakkındaki yazılarında kaynak olarak kullandığı malzemenin çoğu, kendilerini üreten Müslüman ülkelerde ya kaybolmuş, ya ihmal edilmiş ya da yeraltına inmek zorunda bırakılmıştır. ISF, şimdi bunları erişime açıyor [DİL]. Bu süreç esnasında Müslümanlara, İslam’da insanlara nasıl kendi adlarına düşüneceklerini, şeylerin dışarıdan nasıl göründüğünü boş vermeyi ve dünyaya bir miktar umursamazlıkla yaklaşmayı, bunları yaparken de mizah, cömertlik, nezaket, zeka ve sağduyuyu kullanmayı öğreten yüzlerce yıllık bir gelenek olduğunu anlatmayı ve onları bu doğrultuda teşvik etmeyi umuyoruz.
İDRİS ŞAH HAKKINDA
İdris Şah 1924 yılında doğmuş ve hayatını, klasik yazılı tasavvuf eserlerini toplama, tercüme etme ve uyarmaya adamıştır. Bu eserler, insanların potansiyellerini tam olarak gerçekleştirmelerini sağlamayı hedefleyen yüzlerce yıllık Tasavvufi ve İslami düşünceyi temsil eder. En iyi bilinen eserlerinden bazıları ufuk açıcı bir kitap olan Mutasavvıflar ve “bilge ahmak” Nasreddin’in eğitici hikayelerinden oluşan derleme kitaplarıdır. Şah’ın kitapları onlarda dile çevrilmiş, milyonlarca baskısı satılmış ve Batı ile Doğu arasında bir köprü olarak görülmüştür.
İslami Tercümeler Projesi
İslami tercümeler projesinin amacı, İdris Şah’ın ödünç alıp geliştirdiği bazı fikirleri, içinde doğduğu kültürlere geri vermektir.
Bu süreçte, İslam’da insanlara nasıl kendi adlarına düşüneceklerini, şeylerin dışarıdan nasıl göründüğünü boş vermeyi ve dünyaya bir miktar umursamazlıkla yaklaşmayı; bunları yaparken de neredeyse her zaman mizah, cömertlik, nezaket, zeka ve sağduyuyu kullanmayı; aynı zamanda adımlarını yalnızca maddi dünyada atmak yerine bir bütünlük, ilahi bir saik doğrultusunda da ilerleyerek içsel bir denge kurmayı öğreten yüzlerce yıllık bir gelenek olduğunu anlatmayı ve onları bu doğrultuda teşvik etmeyi umuyoruz.
Bu projenin ilk aşaması muazzam bir çaba gerektirdi. Şah’ın kullandığı malzemelerin izini, büyük oranda kaynak olarak kullandığı Klasik Fars edebiyatına kadar sürmeyi de içerdi.
- ila 13. yüzyıllar arasında üretilmiş olan Fars edebiyatının, neredeyse tüm şairlerin ve edebi ustaların aynı zamanda Mutasavvıf hocalar olmak ve Tasavvufi düşüncelerden derin bir şekilde etkilenmiş olmak gibi kendine has bir özelliği vardır.
Bu edebiyat kanoniktir – İngilizcede Shakespeare’in çalışmalarıyla kıyaslanabilir. Örneğin, Celaleddin Rumi’nin Mesnevi’si sık sık “Farsça Kur’an” olarak anılır.
Bu çalışmaların tek bir harfiyle bile oynamak neredeyse küfür olarak görülür. Diğer yandan, klasik Mutasavvıf yazarların kendileri tam olarak da bunu yapmıştır – ve hepsinin de bir dereceye kadar ortak bir sözlü derviş irfanından faydalanmış olması olası görünmektedir. Örneğin, Mesnevi’deki hikayelerin pek çoğu, farklı kisvelerde Sadi Şirazi’nin yine aynı düzeyde saygı gören kitabı Gülistan’da da yer alır.
Şah, her zaman söylediği gibi çalışan bir öğretmen, yazar ve düşünür – alim değil – olduğu için, bu klasik eserleri ve eğitim malzemelerini kullanmaktan çekinmemiştir. Bu edebi eserlerin çoğunun temel birimi öykülerdir. Şah’ın kendisi de usta bir hikaye anlatıcısıydı ve “zaman, mekan ve insan” deyişine inanırdı. Dolayısıyla, bazen bu hikayeleri dinleyicisine ya da ifade etmek istediği şeye göre uyarlardı.
Kendisini Batı’ya yeni fikirler taşıyan biri olarak görürdü. Doğu’da manzara daha kafa karıştırıcıdır.
Kaynak malzemelerin çoğu kaybolmuş, ihmal edilmiş ya da yer altına inmek zorunda bırakılmıştır. Ancak, bu malzemelerin kendisi, bir bakıma internette moda olan bir ifade gibi, kendisini belirli bir kültür içerisinde sürdürecek ve yayacak şekilde tasarlanmıştır.
Bugün bile, Müslüman ülkelerin çoğunun kültürü bu malzemelerin farklı versiyonlarını barındırır; yalnızca kanonik klasik yazında değil, aynı zamanda kısa tarih anlatıları, mübarek şahsiyetlerin biyografileri, atasözleri, fıkralar ve halk hikayeleri biçiminde.
Sık sık özgün eserlere dönmek ve Şah tarafından sık sık vurgulanan şu kriterlere dayanarak bir karar vermek zorunda kaldık: eğitici unsuru korumak, sağduyuyu kullanmak, malzemenin “taşlaşmasına” izin vermemek.
Bu süreç boyunca, yalnızca çevirmenlerin ve editörlerin edebi iştiyaklarından ya da yanlış anlamalarından kaynaklanan tahriflerin oluşmasını engellemek adına tekrar tekrar çapraz kontroller yaptık.
Şah’ın kaynak malzemelerini nasıl kullandığını – bozulmuş bir sepetten hasır şeritleri çekip çekip yeniden örerek yeni bir kap yapan bir sepet örgücüsü gibi – inceleme süreci, sanki Şah’ın zihninin bir haritasına bakıyormuşuz gibi hissettirdi.
Projemizin bu ilk – ve umuyoruz ki en zor – aşaması neredeyse sonuçlandı. Şu an Şah’ın, Doğu kültürlerine hitap edeceğini düşünerek seçtiğimiz son on eserinin çeviri sürecini bitirmek üzereyiz. Bunları hem İran Farsçasında hem de Afgan Farsçasında (Darice) hazırladık.
Önümüzdeki beş yıl boyunca iki cepheye yoğunlaşmayı planlıyoruz:
Diğer üç İslam diline yaptığımız tercüme çalışmaları kademeli olarak geliştireceğiz: Türkçe, Arapça ve Urduca;
Aynı zamanda, halihazırda bitirmiş olduğumuz tercüme çalışmalarını etkin bir şekilde dağıtmaya odaklanacağız.
SAİRA ŞAH, ORTADOĞU VE ASYA PROJE YÖNETİCİSİ
Saira bir yazar ve belgeselcidir; filmleri beş Emmy, iki BAFTA ve üç Kraliyet Televizyon Derneği ödülü olmak üzere çok sayıda ödül kazanmıştır. Saira, en iyi bilinen filmi Beneath the Veil’in (Peçenin Altında, 2001) çekimleri esnasında acımasız Taliban rejimi altındaki hayatı görüntüleyebilmek için tebdil-i kıyafet Afganistan’a gitmiştir. 2013 yılında yayınladığı romanı Mouse-Proof Kitchen (Faresiz Mutfak), ciddi bir beyin felci ile doğan kızı Ailsa sayesinde edindiği deneyimlerinden ilham alarak yazılmıştır. Saira, babasının “Doğu’ya dönüş” çalışmalarını devam ettirmeye adanmıştır. Özellikle İslam dünyasında cinsiyet eşitliğini desteklemeye ilgi duyduğunu ifade etmiştir. “Benim babam kızlarının elinden gelen en iyi eğitimi almasını sağladı ve bizden kendi kariyerlerimize ve tutkularımıza sahip olmamızı, kendi başımıza kararlar almamızı ve çevremizdeki dünyada bileğimizin hakkıyla kendi yerimizi elde etmemizi istedi,” demiştir. Bana şöyle dediğini hatırlıyorum: “Elinin altındaki kaynakların yalnızca yarısını kullanan bir toplum her zaman sıkıntı yaşayacaktır.”